Yıllardır Calvino ile ilgili bir yazı yazmak için kitapların, dergilerin altlarını çizdim, notlar aldım. Sadece onun yazdıkları, söyledikleri ile yetinmeyip hakkında yazılanları da aradım, buldum, okudum. Şimdi bu yazıyı yazarken hiç biri yakınımda değil. Evden ve kütüphanemden uzaktayım. Garip bir şekilde bu durumdan çok memnun olduğumu sizden saklamayacağım. Bulduğum her fırsatta hem okur hem yazar olarak en kıymetli yazarlarımdan biri diye andığım Calvino’yu sırtımı alıntılara yaslamadan, yalnızca onunla olan geçmişimin bende bıraktığı izlerle anmak fikri çok daha güzel geliyor. Umarım bu yazıyı okurken siz de bana hak verirsiniz.
Bence her okur sevdiği yazarları, kitapları yakınlarının da okumasını, okumakla yetinmeyip o yazarlarla, kitaplarla kurduğu bağı sevdiklerinin de kurmasını ister. En azından ben böyleyim. Yanımda, yakınımda olan herkes Calvino okusun, onu çok sevsin istiyorum. Fakat bunun kolay olmadığını da biliyorum çünkü Calvino öyle ilk görüşte aşk yaşanacak bir yazar değil. Neden böyle düşündüğümle ilgili de bir sürü sebep sıralayabilirim fakat bu yazının bitebilmesi adına sadece birinden bahsedip ardından diğer anlatmak istediklerimi yazacağım.
Bahsedeceğim sebep Calvino metinlerinin dönemsel olarak birbirinden çok farklı olması olacak. Ömrü boyunca hiç Calvino okumamış birine sırayla Zor Sevdalar ve Bütün Kozmokomik Öyküler’den birer öykü okuttuğumuzu varsayalım. Sizce o insanı iki öykünün de yazarının aynı olduğuna ikna etmek kolay olur mu? Bana kalırsa biraz zor. Bu yüzden bir okurun Calvino’yu sevebilmesi için öncelikli olarak biraz şanslı olması gerektiğini düşünüyorum. Onun kurgu ya da kurgu dışı eserlerinin arasından kendi okuma alışkanlıklarına, zevklerine yakın bir metinle başlayan şanslı okur için Calvino’yla beraber yepyeni deneyimlere yelken açmak, bağ kurmak kolaylaşıyor.
Calvino’nun yazınındaki bu çeşitliliğin onun doğaya olan yakınlığı, saygısı ve sevgisi ile yakın ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncemi de onun külliyatını bir ekosisteme benzeterek anlatmaya çalışacağım. Sağlıklı ve dengeli bir ekosistemin en temel özelliklerinden biri çeşitliliktir. Basit bir örnekle pekiştirmek gerekirse teknelerin bağlandığı yerlerde gördüğünüz kefal sürülerini düşünün. Ya da vapur iskelesinin altında yüzen denizanalarını. Hiçbirimiz ne kadar çok kefal ya da deniz anası var diye o sularda yüzmeye kalkışmayız. Bilmesek de gördüğümüzden o suyun kirli olduğunu anlarız. Gözlüklerimizi takıp yüzdüğümüz Mazı kıyılarında ise çeşit çeşit balık görme olasılığımız yüksektir. Şimdilik. Belki o kefaller kadar iri olmazlar fakat bir türün çok semirmesinin yarattığı sonuçların bedelini ödediğimiz bir ülkede yaşadığımızı da unutmamak gerek.
Asıl konumuzdan çok uzaklaşmadan hemen geri dönmek gerekirse Calvino yazınına bütün olarak baktığımızda tıpkı artık giderek azalan temiz, sağlıklı ve korunmuş bir ekosistemdekine eş bir çeşitlilik görebiliriz. Burada kendisinin çokluk olarak ifade ettiği ve Amerika Dersleri kitabında uzun uzun anlattıklarını okumak daha fazlasını isteyen okur için faydalı olacaktır. Yazınındaki çeşitliliğin sadece varlığını değil onu nasıl dengeli bir şekilde var ettiğini de dikkate almak önemli. Bence Calvino bu dengeyi kurmak için özellikle uğraş vermemiş. Yaşamını, var oluşunu şekillendiren uğraşları, arayışları sayesinde son derece doğal bir şekilde yapmış. Tıpkı yazdıkları gibi birbirinden uzak görünen fakat aslında çok yakın olan iki merak onun kalemine sıvanmış.
Masallar ve bilim.
Özellikle belirtmekte fayda var bu iki merak öncesinde bir dünya savaşı yaşamış, savaşın ardından da ülkesinde yaşanan iç savaşta cephede aktif rol almış, idamın kıyısından dönmüş bir yazardan bahsediyoruz. Yazmaya da buradan başlıyor zaten. Bir anlamda yaşadıklarından. Fakat bunun yeterli olmayacağının da bilincinde olarak. Çocukluğundan itibaren içinde yaşadığı doğayı da işin içine katarak. Bu sayede Örümceklerin Yuvalandığı Patika okurun zihninde savaşın metalik soğukluğuyla üşütecek bir roman olmaktan çıkıp toprağın esirgemezliğiyle bir masala dönüşebiliyor. Yaşananları kahramanların ya da büyük acılar çeken, bedel ödeyenlerin gözünden değil küçük bir çocuğun gözünden anlatmayı tercih ediyor. Hikâyeyi saklanan bir tabanca üzerinden kurarak ileride giderek daha çok söz vereceği nesneleri işin içine katıyor. Son olarak ve bence en önemlisi bizi bir patikadan ormana kısacası yaşadığımız insan yapısı yerlerden uzaklaştırıp doğaya götürüyor. Savaşın ardından yaşanacak dünyanın, içine kapanılan viran şehirlerden, kasabalardan, köylerden ibaret olmadığını hatırlatıyor.
Ardından yolculuk başlıyor ve Calvino yazınını bir yandan kendine kattıklarıyla harmanlayarak çeşitlendiriyor. Evcil hayvanları alıp ormana götürüyor, doğadan kopup şehre gelmiş bir adama parkta mantar toplatıyor. Kendi de araştırmaya, öğrenmeye devam ediyor. İtalyan masallarını derlerken kendi yazdıklarıyla bir baronu ağaca tünetip, vikontu ikiye bölüyor ve onları koruyacak şövalyeyi de sadece zırhtan ibaret kılıyor. Farklı lehçelerden, yörelerden, zamanlardan topladığı masalları kendi nesline aktarmakla yetinmeyip geleceğe masallar bırakıyor. Tıpkı geçmişteki masal anlatıcılarının yaptığı gibi dönemin insanlarını gelecekte başlarına gelecekler konusunda uyarıyor. Doğayla insan arasındaki mesafenin açılmasının ne kadar yıkıcı olacağı konusunu özellikle işliyor. Emlak Vurgunu ve Kirli Hava Bulutu öyküleri bugün şahit olduğumuz kıyımları, felaketleri daha iyi anlamak isteyenler için önerebileceğim öyküler.
Başta da belirttiğim gibi bu yazının bitmesi adına sözü kısa tutmaya çalışmam gerekiyor. Şimdi bu yüzden Kalem Sincabı gibi başka bir dala atlamak zorundayım, affola. Yaşadığımız gezegen hatta evren sadece insandan ibaret ya da sadece insan için yaratılmış değil. Bu gerçek Calvino’nun tüm metinlerinde açıkça görülüyor. İlk okuduğum Calvino metninin hangisi olduğunu hatırlamıyorum fakat onunla aramda ilk bağı kuranın ne olduğunu da hiç unutmuyorum. Bir jeton. Sevgilisinin yaşadığı kente trenle giden bir adamın cebinde yolculuk eden jeton. Öykünün adını da yazmak isterdim fakat arada oyunbozanlık yapıp eve uğradığımda aldığım kitaplar arasında Sen ‘Alo’ Demeden Önce yok maalesef. Bu yüzden arayan bulur diyerek devam edeceğim. Burada Calvino Albümü’nü okuduğumdan beri neden kitaplarının dilimize çevrilmediğini merak ettiğim bir yazardan bahsedeceğim. Francis Ponge. Calvino’nun jetonunu anlamak isteyen okurları bu kitabın sayfalarında Ponge ile ilgili söylediklerini ve orada bulunan sabun çevirisini okumaya yönlendirip devam edelim. Calvino yazınının çeşitliliğinden bahsederken bu çeşitliliği nasıl dengeli bir şekilde kurduğundan bahsetmiştik. Aynı ağaca gövdemizi bir kez daha yaslayacağız. Calvino metinlerinde insan, doğa, nesneler ve hatta boşluklar arasında da kusursuz bir denge kuruyor. Hiçbirinin diğerini bastırmasına izin vermiyor. Çöplerle insanları, bakır kablolarla hükümdarları eşit kılıyor. Ve sonunda işi öyle bir noktaya getiriyor ki Qfwfq adında bir ….. (buraya ne yazacağımı bulamıyorum, özünde bir anlatıcı ya da karakter fakat tam olarak tanımlanabilir değil) hediye ediyor. Biz de bu noktada sincabın doğası gereği yeni bir dala sıçrıyoruz.
Bütün Kozmokomik Öyküler hakkında çok şey yazıldı. Özellikle Ursula K. le Guin’in Sözcüklerdir Bütün Derdim kitabındaki yazıyı kesinlikle okumanızı öneririm. Ben bu noktada haddimi bilerek tamamen kişisel bir deneyimimi paylaşacağım. Calvino’nun bende bıraktığı izlerden belki de en derininden. Dünya sürekli değişiyor ve bu değişim artık eskiye nazaran çok daha kısa zamanlarda gerçekleşiyor. Bu da geleceğe yazmak eylemini giderek zorlaştırıyor. Bence her yazar yazdıklarının tıpkı kendinden öncekiler gibi gelecek nesillerce de okunmasını ister. Yazarken bunun için çaba sarf edip etmemek ise kişisel bir karardır. Yöntemi ise kalemi tutan ele göre değişir. Çünkü -hele yaşadığımız bu çağda- gelecek eğer insanüstü yeteneklerimiz yoksa bilinmezin ta kendisi. Benim kişisel yöntemimi geliştirmem de Calvino’nun çok yardımı var. Ondan öğrendiğim kendi geleceğimi bilmesem de şu anda geçmişte yaşayanların geleceği olduğunu bilmem. İşin içine biraz matematik katarak -Oulipoculara da selam ederek- daha iyi anlatmaya çalışacağım. Üst tarafında bugün, alttaki uçlarında da geçmiş ve gelecek olan bir eşkenar üçgen hayal edin. Bugünde yaşayan benim için iki farklı yol var. İstersem geçmişe, istersem geleceğe yüzümü çevirebilirim. Fakat diğerleri için durum öyle değil çünkü en tepedeki ben geçmiş için gelecek, gelecek için geçmişim. Bence bu durum eğer doğru kullanılırsa büyük bir avantaj. Yazarken geçmişten gelen birikimi kullanmak dışında faydaları var. Bunlardan ilki bugün yazdıklarınızı eğer geçmişte yaşamış hayali okurların da okuyacağını varsayıp, onların da anlayacağı şekilde yazma özgürlüğü. Nasıl ben gelecekle ilgili bilgi sahibi değilsem onlar da bugünü bilmiyorlardı. Bunu dikkate alarak yazmaya çabaladığımda metnimin zamandan bağımsız kalma şansı artıyor. Üstelik bu çabama ışık tutan ve zamandan bağımsız kalabilmiş sayfalarca masal, Kozmokomik Öyküler ve geçmişe bakışını ta evrenin var oluşuna kadar uzatmış bir yazar var.
İyi ki de!
Vakit daraldı. Yazıyı planladığım zamanda elimden çıkarmak için az zamanım kaldı. Son sıçrayışımızı yapma zamanı. Bir soruyla başlayalım. Yazdığı dili bilmediğimiz bir yazarın sesini nasıl duyarız? Bu konuda en azından Calvino konusunda şanslıyız. Çünkü onun metinlerini farklı bir çok çevirmenden okuyabildik ve unutmamız gereken çok ses ve gürültü her zaman aynı şey değildir. Aynı yazarı farklı farklı çevirmenlerden okuduğunuzda onların ayrışan ve birleşen seslerinden yazarın sesini çok daha net duyma şansımız var. Bu yüzden Calvino okumam için emek veren tüm çevirmenlere teşekkürüm sonsuz. İçlerinden ikisi için bu teşekkürün yeterli kalmayacağını da belirtmem lazım. Biri Calvino’yla beni bir ömür birbirimize bir jetonla bağlayan Şemsa Gezgin, diğeri en sevdiğim Calvino romanını çeviren Eren Yücesoy Cenday. Calvino’nun aynı zamanda çeviri yapması, çeviriye ve çevirmenlere verdiği önemi de anlatmak isterdim fakat bu girizgah bunun için yapılmadı. Calvino’nun pek de söz edilmeyen başka bir yönünden kısaca bahsetmek için bunca sözü ettim. Farkındaysanız Calvino’yu okumak için adını andığım iki çevirmen, yazarla aynı cinsiyetten değil. Öyle olması da gerekmiyor. Çünkü yazarın da çevirmenin de masaya oturduklarında cinsiyetsiz olması önemli. Ömrü boyunca başka başka alanlarda sürekli arayış içide olan Calvino bu noktada da döneminin ilerisinde diye düşünüyorum. Edebiyattaki eril iktidara tam olarak isyan etmemiş belki ancak yazınında, metinlerinde yarattığı karakterlerde ve dilinde bu konuda çağdaşlarından çok daha duyarlı davrandığı ve yol açtığı da çok açık. Bunu daha iyi anlamak için yol arayan okurlara da Ay’ın Kızları öyküsünü ve biraz önce adını yazmayı unuttuğum en sevdiğim Calvino romanı Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu’yu okumalarını öneririm.
Eğer şanslıysanız ormanda bir sincap gördüğünüzde ona uzun uzun bakamazsınız. Bir görünür bir kaybolur sincaplar. Ürkektirler. Calvino’da öyle bir görünüp bir kayboldu işte. Ardında güzellikler bırakarak. Birkaç kere belirttim, bu yazı bitebilen bir yazı değil. Daha sayfalarca yazılır fakat hep eksik kalır. Bu yüzden de bitiyor. Nihayet Calvino ile ilgili bir yazı yazdım yıllar sonra, tekrar yazar mıyım bilmiyorum. Bildiğim onu ömrüm boyunca tekrar tekrar okuyacağım. Bu da bence ormanda sincap görmek kadar mutluluk verici.
Teşekkürler Calvino, iyi ki doğdun, yaşadın, yazdın….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder